Bisikletinin arka tekerine basıp kaydırmadıysan ve parçalanan ayakkabıların yüzünden azar işitmediysen, tekerleğe pet şişe sıkıştırıp sokak aralarında gezmediysen, üç- beş bisikletli arkadaş toplanıp çete gibi dolaşırken bisikleti olmayanlar arka çatala ayaklarını basarken diğerini de gidona alıp mahalle mahalle gezmediysen, köylerde, şehrin sokaklarında kaybolmadıysan, yapmayı öğrenene kadar bir lastik patlağı hayatın en büyük derdi olmadıysa, düşmek, yürümek kadar normal değilse ve dirseklerin, dizlerin hiç yara olmadıysa, ben sana nasıl anlatabilirim çocukluğu, nasıl aynı olacak baktığımız dünya?

Ve bugün, bu vakte kadar gördüğün dünyayı tüm bu telaşeden arındırmak gerektiğine inanıp bisikletin ile diyarları aşmadıysan, doğanın çağrısına rağmen hala yavaşlamadıysan, en iyisine ve en fazlasına sahip olma hırsların, zevklerin seni esir almışsa; hala evlere, arabalara, lükse ve sınırsız eşyalara doymadıysan, ben sana nasıl anlatabilirim şu evrenin en basit icadının yaşattıklarını?

Sorularına cevap arayan, eskilerin deyişiyle Velespit ile düşleri birleştiren bu blog, bisikletli seyahatlerim ile dünyaya bakışımı içeriyor…