Bir Türlü “Sakaryalı” Olamamak

Sakarya, büyük çoğunluğu uzak ya da yakın farklı coğrafyalardan göçmüş ailelerden oluşan artık bir milyonu aşmış bir şehir.

Malum, Osmanlı Devleti işgal edilip Konya Ovası kadar yer Türk Yurdu diye bırakılınca kaybedilen topraklarla birlikte Anadolu’ya göç eden ailelerden bir kısmı Sakarya’ya da yerleşti. Göçler bununla da sınırlı kalmadı. Türkiye Cumhuriyeti döneminde de ülkemize başka ülkelerden akın akın göç geldi ya da gelmek zorunda bırakıldılar. Adapazarı, başkalaştı, olağan süreçte yeni kültürlerle değişti. Kasabayken büyük bir şehir nüfusuna ulaştı.

Yaşanılan yerin geleceğini, içinde umut ve aidiyet barındıran insanları belirler. Peki orada yaşayan insanlar, kendisini o şehre ait hissetmiyorsa?

Örnek veriyorum, Karadeniz’in bir şehrinden yarım asır önce dedeniz Sakarya’ya geldi. Veyahut İç Anadolu’nun bir şehrinden… Elbet tabii kimse kökenini unutmamalı fakat siz artık o geldiğiniz şehirden misiniz? Göç ettiğiniz yerin kültürel zenginliklerini elbette yaşamalı ve yaşatmalısınız fakat bulunduğunuz bu şehrin kültürüne uyum sağlamaya, entegre etmeye, bir Sakarya kültürü oluşturmaya gayret gösteriliyor mu, işte bu noktada ciddi bir sorun var gibi.

Kentlilik bilinci için sosyologlar, tüm kültürü, alt kültürü, şehre göç edenlerin kültürel şoklarını ve daha birçok bilimsel yaklaşımı ortaya da koyarak bir şehrin fotoğrafını çekebilir. Tüm etmen ve değişkenleriyle sosyo- kültürel dokuyu, demografik yapısını ortaya koyar. Sonucunda da birçok paydaşla birlikte geçmişin bilgisiyle gelecekte şehrin nasıl bir görüntüye ulaşacağının olasılığını çıkarabilirler.

Bugün şehrimizde Abhaz, Çerkes, Laz, Boşnak, Manav, Arnavut, Bulgaristan Muhacırı, Trabzonlu, Rizeli, Malatyalı ve daha çok birçok etnik köken, şehirden bir milyondan fazla insan bir arada yaşıyor. Yani, Sakarya’nın Osmanlı döneminde yerleşmiş yerlileri haricinde vilayetin büyük çoğunluğu göçmen. Cumhuriyetin kazanımlarının başında gelen seçme ve seçilme hakkıyla artık kadın – erkek herkes, Sakarya’ya bugün gelmiş olsa dahi her alanda özgür, birçok makama aday olabiliyor hatta makam sahibi oluyor. Bu şehirde söz sahibi olmak, geleceğine yön verebilmek için bu şehirde doğmuş, büyümüş eşraflardan biri olmanız gerekmiyor. Herkes dilediği işi kurup büyüterek bu şehirde ekmek yiyebiliyor.

Çoğumuzun bildiği ve söylediği bir laf vardır ya, Sakarya’nın suyunu içen bir daha buradan zor gider diye, biraz da öyle oluyor ki günden güne göç almaya ve nüfus olarak büyümeye devam ediyoruz. Hepsi olumlu olarak yönlendirilebilecek hususlar.

İyi güzel, yıllar önce bu şehre geliyorsun, ekmeğini yiyor, suyunu içiyor, kazanıyorsun. Öyle ya da böyle halin vaktin yerinde ya da değil, buradasın işte. Fakat bir türlü Sakaryalı olamıyorsun. Tüm hareketlerin, davranışların, düşüncelerin ve gelecekle ilgili planlarında dahi geldiğin şehir, ilçe, kasabayla ilgili bir gaye var. Hayaller hala oralarda… Mikro milliyetçilik çeşitli problemleri beraberinde getirir, demek istediğim o değil. Elbette herkes kökenini bilmeli. Yine de bu noktada aklıma bazı sorular takılıyor.

Acaba bir türlü Sakaryalı olamayanlar, neden bu şehirle ilgili hayal kuramıyorlar, yatırım yapmıyorlar, bir gelecek planı yapmak istemiyorlar? Sakarya’yı sadece salt bir kazanç alanı olarak mı görüyorlar? Kişiler, kentlilik, hemşehrilik bilincinde kendisine neden yer bulamıyor? Neden, hemen hemen tüm alanlarda; siyaset, ticaret, sosyal, kültürel, sporda her hangi bir “Sakaryalı” ile yol almaktan önce göç ettiği coğrafyadan olan birine yöneliyor? Acaba, bir türlü Sakaryalı olamayanlar, zamanında Türkiye genelinde araştırması yapılan Sakaryalı imajını üstlenip bir sıfat olarak kullanmaktan çekiniyor mu merak ediyorum.

Abhazya’dan göçmüş bir sülalenin (Kucipa) ferdi olarak, ben Sakaryalıyım. Bizim anlatmamız doğru olmaz; sülalemde dedelerimin dedelerinden bugünlere kadar her birey, birçok alanda Sakarya için çok emek verdi, veriyor. Sakaryalı olmanın gerekliliğini yerine getirdi, getiriyor.

Ne demiştik, yaşanılan yerin geleceğini, içinde umut ve aidiyet barındıran insanları belirler. Böylesine farklı kültürel ögelerin bir arada yaşadığı coğrafyada, bir üst kültür oluşturarak şehre aidiyet oluşturmak, şehrin gayeleri odağında toplamak geleceği inşa edebilir.

Bazı şehirler bu bilincin oluşması için farklı çalışmalar yürütüyor. Konseyler, çalıştaylar… Bu konu eni boyu tartışılıp konuşulması gereken bir husus. Köşemde ancak bu kadar dile getirebiliyorum.

Sakarya’nın özümsenmemesiyle ilgili farklı görüş, davranış ve yaklaşımlar, bence bugün şehrin yaşadığı büyük sorunların temelini oluşturuyor.

30 Ağustos Zafer Bayramı

Fotoğraf açıklaması yok.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Anadolu, adım adım işgal ediliyordu. Vatanımızı işgal etmiş dünya devletlerine karşı mücadelede Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yıllarca süren çarpışmalardan sonra 26 Ağustos 1922’de başlayan taarruz ile 30 Ağustos 1922’de milletimiz şanlı zaferine kavuştu. Her yıl olduğu gibi bu yıl da Zafer Bayramı coşkusunu şehrimizde yaşayacağız. Bu yıl şehrin bisiklet dernekleri bir araya geldik ve saat 19.30’da Demokrasi Meydanı’ndan hareketle Türk Bayraklarımızla şehir turu yapacağız. Ardından Çark Caddesi’nde başlayacak Zafer Bayramı Kortejine dahil olacağız. Bağımsızlık mücadelemizin zaferini kutlayacağımız bu bayramda kutlamalarda buluşmak üzere.

İnstagram
Facebook
Strava

Önerilen makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir